DOLAR

39,7755$% 0.04

EURO

46,7654% 0.77

STERLİN

54,7837£% 0.83

GRAM ALTIN

4.268,83%0,21

ÇEYREK ALTIN

6.962,00%-0,04

ONS

3.339,07%0,21

BİST100

9.403,02%-0,16

BİTCOİN

4270657฿%0.36686

a
Mehmet POPKÖYLÜ

Mehmet POPKÖYLÜ

16 Haziran 2025 Pazartesi

Kırk Yaşına Merdiven Dayamak: Kendinle Karşılaşmak

2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bazı yaşlar vardır, sadece bir rakam değildir. Bir dönemin kapısını açar ya da sessizce bir diğerini kapatır. Kırk yaş da işte öyle bir eşiktir. Kimine göre “artık yolun yarısı”, kimine göreyse “gerçek hayatın başladığı yaş”. Peki kırk yaşına yaklaşmak, ya da o yaşa varmak, gerçekten ne ifade eder?
Kırk yaş, dışarıdan bakıldığında yerleşmiş bir hayatın, oturmuş kararların, “artık oturman lazım” nasihatlerinin yaşadığı bir dönemdir. Evli misin? Çocuk yaptın mı? Kariyerin oturdu mu? Evin, araban, sigortan, geleceğin var mı? Dış dünya bunları sorar çünkü kırklı yaşlar “bitirilmiş işler” dönemi gibi görünür. Oysa içeriden bambaşka bir hikâye yazılır bu yaşlarda…
İnsan kırkında ilk kez gerçekten aynaya başka bir gözle bakar. “Ben ne istiyorum?” sorusu, yirmili yaşlardaki kadar gürültülü değil ama çok daha derin gelir içerden. Kararlarının sorumluluğunu artık başkasına yükleyemezsin. Gençliğin “deneme hakkı” sona ermiş gibi görünür, ama aslında tam da şimdi başlar insanın kendini denemesi.
Kırk yaş bir suskunluktur bazen… Kalabalıklar içinde sessizleşmek, sadece gerçekten önemli olan insanlara zaman ayırmak, bazı hayalleri uğurlamak, bazılarını ise yeni fark etmek… Bu yaş, “her şeyin yetişilmesi gereken bir yarış” olmadığını anlama yaşıdır. Hız değil, yön önemlidir artık.
Ama yine de kolay değildir. Toplum hâlâ senden belli kalıplara uymanı bekler. Kendi yoluna gitmek cesaret ister. “Kırk yaş krizleri” dedikleri aslında kimsenin seni duymadığı bir içsel devrimdir. Sessiz, derin ve güçlü.
Ve belki de kırk yaşın en güzel tarafı, artık herkesin değil, kendi gözünün içine bakmayı öğrenmektir.

Devamını Oku

SUSAN VİCDANLAR VE FİLİSTİN’DE BİTMEYEN ZULÜM

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya tarihinin en trajik sayfalarından biri, Filistin’in her gün yeniden yazılan acı dolu hikâyesidir. İsrail’in yıllardır sürdürdüğü işgal politikası, sadece toprakları değil; bir halkın geleceğini, çocukların umutlarını, annelerin dualarını ve insanlığın vicdanını da yok etmekte. Bombaların altında kaybolan bedenler kadar, susan diller de bu vahşetin ortakları hâline gelmektedir.
Bir halk, yıllardır kendi toprağında mülteci olarak yaşamaya zorlanıyor. Evlerinden edilen, ağaçları sökülen, okulları bombalanan, hastaneleri hedef alınan bir halktan söz ediyoruz. Uluslararası hukuk, insan hakları sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler kararları… Hepsi kâğıt üstünde kalıyor. İsrail, dünyadan aldığı sınırsız destekle adeta dokunulmazlık zırhına bürünmüş durumda.
Ama asıl tehlike, bu zulmün sıradanlaşması. Her gün televizyonlarda gördüğümüz yıkıntılar, ağlayan çocuklar, enkaz altındaki cesetler artık bizi sarsmıyor. Oysa bir annenin çığlığı, tüm insanlığı uyandırmaya yetmeliydi. Bir çocuğun “Ben büyüyemeyeceğim değil mi?” sorusu, vicdanlarımızı titretebilmeliydi.
Sessiz kalmak, zalimin safında yer almak demektir. Bugün Gazze’de, Batı Şeria’da yaşananlar sadece Filistinlilerin sorunu değildir; insanlığın da sınavıdır. Kalemimiz, dilimiz, dualarımız ve duruşumuz Filistin’in yanında olmalıdır.
Unutmayalım: Zulme sessiz kalan, bir gün o zulmün hedefi olmaya mahkûmdur.

Devamını Oku

Sessiz İstifa: Çalışanların Sessiz Çığlığı

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir gün alarm çalıyor, ama artık yataktan kalkmak daha zor. Ofise gitmek, toplantıya katılmak, mail yanıtlamak… Hepsi görev gibi ama hiçbirinde gönül yok. İşte o anda başlıyor sessiz bir istifa süreci: Ne bir dilekçe veriliyor, ne bir ayrılık konuşması yapılıyor. Sadece çalışan, görev tanımı kadarını yapıyor, fazlasına dair isteği ve inancı çoktan tükenmiş.
Son yıllarda “quiet quitting” yani “sessiz istifa” kavramı, yalnızca çalışanların değil, işverenlerin ve yöneticilerin de dikkatini çeken bir olguya dönüştü. Sessiz istifa; işten tamamen ayrılmadan, sadece yapılması gereken minimumu yaparak, mesleki aidiyetini ve bağlılığını askıya alma halidir. Ne tam anlamıyla tembellik ne de açıkça bir isyan… Daha çok bir tükenmişlik manifestosu.
Peki bu sessizliğin arkasında ne yatıyor?
Uzayan mesailer, karşılığı verilmeyen çabalar, takdir edilmeyen başarılar ve hızla tükenen motivasyon… Modern çalışma kültürü, bireyin hayatındaki diğer alanları ihmal etmesini ödüllendirir hale geldi. “Fazlasını yapan öne çıkar” anlayışı, çalışanı yıpratırken; ruh sağlığı, aile hayatı ve kişisel zaman ikinci plana atıldı.
Birçok genç çalışan, artık “yaşamak için çalışmak” yerine “çalışmak için yaşamak” mottosuna teslim olmayı reddediyor. Bu nedenle sadece iş tanımında yazanları yerine getirmeyi tercih ediyor. Fakat bu tavır, kimi yöneticiler tarafından tembellik ya da sorumsuzluk olarak etiketleniyor. Oysa mesele, sorumluluktan kaçmak değil; değer görmeyen emeğin geri çekilmesidir.
Elbette bu durumun sürdürülebilir olmadığı da açık. Sessiz istifalar, kurumlarda motivasyon düşüklüğü, takım ruhunda zayıflama ve verim kaybı gibi sonuçlar doğuruyor. Asıl çözüm, çalışanların ruhunu tekrar kazanmakta: Anlamlı geri bildirimler, makul iş yükü, gerçek bir iş-yaşam dengesi ve empati temelli liderlik…
Unutmayalım, bir çalışan işten istifa ettiğinde değil; gönülsüz çalışmaya başladığında kurum çok şey kaybeder. Bu yüzden sessiz istifaya karşı çözüm; gürültülü talepler değil, sessizce yapılan hataların farkına varmakla başlar.

Devamını Oku

TÜRKİYE ve Ortadoğu

2

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin Ortadoğu planı, genel olarak bölgedeki siyasi, ekonomik ve güvenlik hedeflerine yönelik bir dizi strateji ve girişimden oluşmaktadır.Türkiye’nin Ortadoğu planı, dinamik bir yapıya sahip olup, bölgedeki siyasi, ekonomik ve güvenlik gelişmelerine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bu nedenle, Türkiye’nin stratejik hedeflerini sürekli olarak gözden geçirmesi ve gerektiğinde yenilikler yapması önemlidir.Bu stratejilerin başarısı, hem iç hem de dış faktörlere bağlıdır.Dışarda düşmanlarımız olduğu gibi içerdede birçok düşmanımız var ; örnek olarak Türkiye’ nin ve vatandaşlarının geleceğini düşünmeyen muhalefet partileri ,bunlarında bazıları eminimki bilerek yapmıyor cahilliğinden ve muhalefet yapmanın ne demek olduğunu bilmeyen bir grup iş güzar insanların nafile çabalarından ibarettir.Türkiye, Ortadoğu’daki birçok ülke ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmakta ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik girişimlerde bulunmaktadır. Özellikle Arap Baharı sonrası süreçte, Türkiye’nin bölgedeki bazı ülkelerdeki muhalefet gruplarına destek vermesi, bu çabaların bir parçasıdır.Aynı siyaseti iç politikada da görmek isteriz umarım birgün muhalefet ülkenin çıkarları söz konusu olunca olumlu yönde olur ve gelecek nesillerede örnek olur.Türkiye, kendi güvenliğini sağlamak için sınırları boyunca terör örgütleri ile mücadele etmekte ve bölgedeki güvenlik işbirliklerini güçlendirmektedir. Özellikle PKK ve onun Suriye’deki uzantısı olan YPG ile mücadele, Türkiye’nin öncelikli güvenlik hedefleri arasındadır.Türkiye, Ortadoğu’da istikrarı sağlamak amacıyla diplomatik ilişkileri güçlendirmeye çalışmakta ve çatışmaların çözümüne katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerdeki iç savaşlar ve siyasi belirsizlikler, Türkiye’nin bu konudaki çabalarını şekillendirmektedir.Türkiye, sınır güvenliği ve terörle mücadele konularında aktif bir rol oynamaktadır. Özellikle Suriye’deki iç savaş ve PKK’nın uzantılarıyla mücadele, Türkiye’nin güvenlik politikalarının merkezinde yer alır.Bu gelişmelerin kesin olarak nasıl şekilleneceğini öngörmek zor; ancak bölgedeki dinamiklerin sürekli değiştiği ve her ülkenin de çeşitli stratejik çıkarlar peşinde olduğu unutulmamalıdır.Gelecekte, Türkiye’nin Suriye ile daha fazla diyalog kurması ve belki de bazı uzlaşmalara gitmesi mümkün görünüyor. İsrail ile ilişkilerde ise, bölgedeki barış süreçleri ve Filistin meselesi, ilişkilerin normalleşmesini etkileyen kritik unsurlar olmaya devam edecektir.Ortadoğu sadece İsrail,Filistin ve Suriyeden ibaret değildir.Türkiye, bölgedeki ülkelerle ilişkileri güçlendirmek ve ortak güvenlik tehditlerine karşı birlikte hareket etmek için çeşitli ittifaklar ve işbirlikleri geliştirmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan, Katar, Pakistan gibi ülkelerle olan ilişkileri önemlidir.Bu nedenle, Türkiye’nin stratejik hedeflerini sürekli olarak gözden geçirmesi ve gerektiğinde yenilikler yapması önemlidir.

Devamını Oku

21 Mart: Uyanışın Eşiğinde

2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bazı tarihler vardır ki, insanın içindeki değişimi, doğanın döngüsünü ve toplumların hafızasındaki köklü anlamları bir arada taşır. 21 Mart da işte böyle bir eşiktir. Gökyüzüyle yeryüzünün, geçmişle geleceğin, maddeyle mananın buluştuğu o kritik dönemeçtir.

Dünyanın pek çok yerinde bu tarih, bir başlangıcı simgeler. Kadim medeniyetler için Nevruz’dur; yeni yılın, doğanın uyanışının müjdecisidir. Mezopotamya’da, İran’da, Orta Asya bozkırlarında asırlardır kutlanır. Eski Mısır’da ekinoks, Nil’in bereketinin habercisiydi. Anadolu’nun köklü halkları için de baharın gelişi, hem tarlaların hem de umutların yeşermesi anlamına gelirdi.

Hristiyan dünyasında Paskalya’ya giden yolun işaretçisi, Pagan Avrupa’da bereketin ve toprağın yeniden uyanışının simgesi olarak görülür. Japonya’da Sakura çiçekleri açmaya başlar, doğa insana “yeniden başlamak” gerektiğini fısıldar.

Denge ve Uyanış

21 Mart, yalnızca takvimde bir gün değildir; geceyle gündüzün eşitlenmesi gibi, insanın kendi içinde de bir denge arayışıdır. Kışın ağırlığı, soğuğu, durağanlığı yerini baharın kıpırtısına bırakır. Doğa, uykusundan uyanırken insan da uyanır. İçindeki baharı hatırlar.

Ama bu uyanış sadece dış dünyada değildir. Maddi dünyada olduğu gibi, ruhen de bir değişim başlar. Yıpranmış duyguların, unutulmuş hayallerin, ertelenmiş başlangıçların yeniden filizlenme vaktidir. 21 Mart, vasatın uykusundan sıyrılmak, alışkanlıkların dar koridorlarından çıkmak için bir işarettir.

Tıpkı toprağın, baharın gelişiyle çatlayıp yeni filizlere yol vermesi gibi, insan da eski düşüncelerini kırıp yenilerine yer açmalıdır. Kendi içindeki baharı getirebilmek için, kışın katılığını geride bırakmalıdır.

Bahar Başlangıçtır

Bu yüzden 21 Mart, sadece doğanın değil, insanın da baharıdır. Toprağın uyanışına kulak vermek, suyun akışındaki yeniliği hissetmek gerekir. Çünkü nehirler hep akacak, rüzgâr her zaman esecek, toprak her defasında yeniden doğacaktır. Ve insan, doğanın bir parçası olarak her baharda kendini yeniden hatırlayacaktır.

Bugün, değişimin ve umudun günü. Uyanmanın, tazelenmenin, yeniden başlamanın tam zamanı.

Devamını Oku