40,2592$% 0.13
46,7280€% 0.07
53,9463£% 0.2
4.309,12%-0,18
7.021,00%0,34
3.335,67%0,36
10.222,02%-0,03
4782277฿%1.63469
12 Ekim 2025 Pazar
Modern İş Dünyasında Denge Endüstriyel Psikolojik Danışmanlık
2025-2026 Öğretim Yılının Startı Verildi
MUTLU PEYGAMBERLER - MUTSUZ İNSANLAR
Tahtını Kalbinde Taşıyanlar: Aslan Burcu Kevser Banu’nun köşesinden
İtibar Suikasti: Görünmeyen Cinayet
Merhaba Değerli okurlarımız;
Hangi peygamber büyük çileler çekmemiştir? Hangi peygamber bir değil, beş değil binlerce zalimden en ağır hakaretler duymamış, en zor durumlara düşürülmemiştir?
Biz insanlar sadece bir ya da birkaç insanın çiğliğine katlanamazken peygamberlerin yaşadığı akıl almaz sıkıntılar, zulümler onları öylesine etkilemiş ki “bittim” noktasına gelmişlerdir.
Bütün bu büyük sıkıntılara rağmen mutsuz peygamber var mıdır? Vereceğimiz cevap: “hayır” olacaktır.
Günümüzde memnuniyetsiz, doyumsuz, huzursuz mutsuz insan var mı? Pek çok. Yaşadıkları sorunlarda hemen çileden çıkan, depresyona giren, cinnet geçiren…ne ararsan var. Oysa ki dünya imtihan yeridir, acılarda olacak, sıkıntılarda, hayatını zindana çeviren kötü insanlarda.
Çektiğiniz çileden daha büyük ve kutsal bir davanız, amacınız varsa nasıl mutsuz olabilirsiniz ki?
Siz tam bir ihlas ile “niyet ettim Allah rızası için bir şey yapmaya” dersiniz de Allah’ın hizmetkarını bir insan nasıl çilesiyle mutsuz edebilir ki? Bir tarafta Allah var, diğer tarafta kötü bir insan.
Sonuç: Bir insanı gerçek anlamda yıpratan, mutsuz eden tek şey Allah rızasını içeren büyük ve sürekli bir davasının olmamasıdır.
Çözüm gayet basittir. Allah rızası için bir hedef belirle, sürekli olmak koşuluyla yapmaya devam et, sorun çözülmüş demektir.
Bütün bunlara rağmen yine de hiç acı, keder, hüzün olmayacak mı?
Kesinlikle olabilir fakat acılar geçici, huzur daima kalıcı olur.
YETER Kİ SENİN DAVAN SÜREKLİ OLSUN!
“Allah rızası davası” olanlar nasıl mutlu olur?
Bir insan sizin için bir şeyler yapmaya çalışıyorsa siz de ona bir ikramda bulunmaz mısınız? Elbette bulunursunuz. Yüce Allah kendisinin rızasını talep edene hiç ikramda bulunmaz mı hem de ikramı şanına layık olmaz mı? Elbette olur. Bu ikramın aslı daima nefsi doygunluk, huzur ve mutluluktur.
Nefis asla doymaz, onu sadece Yüce Allah doyurabilir. İşte bu insanlar çok çok az, basit, çok sıradan dünya nimetleriyle yetinebilirler çünkü zaten onları Yüce Allah doyurmuştur. “Onlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikri ile (vahyi ile) tatmin olanlardır. Kalpler, ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur” ( Ra’d Suresi 28. Ayet).
Böyle insanları biz tanıyabilir miyiz?
Elbette tanıyabiliriz.
İşte onlara ait bazı özellikler şunlardır:
* Oldukça sade bir yaşamı seve seve tercih ederler.
* Hiç bir dünyevi hırsları yani şiddetli arzuları yoktur.
* Sıradan olan hiçbir şeyle sürekli olarak asla ilgilenmezler.
* Sevgi dolu insanlardır, kendilerini de iyi iseniz sizi de severler.
* Huzur ve barış içinde yaşamayı çok arzu ederler, asla kavgayı sevmezler.
* İhtiyaçların dışında maddiyata önem vermezler, asla lüks bir hayatları yoktur.
* İyi insanlarla beraber olmaktan müthiş bir haz alırlar,
* Çok kaliteli, çok az insan en büyük tercihleridir.
* Kendilerini geliştirmek, nefis terbiyesi yapmak vazgeçilmezleridir
*. Gece gündüz akıl, ahlak, ilim gibi yüce sıfatlı insani değerlerle ilgilenirler,
* Oldukça ince ruhludurlar, kaba davranışlar, kavga, menfaat çatışması, sahte davranışlar, olumsuz tavır ve davranışlar onları aşırı incitir.
Böyle insanlarda peygamberlerin yolunda giden mutlu insanlardır.
Yüce Allah’ın rahmeti, bereketi üzerimizden eksik olmasın.
Selam ve Dua ile.
İnsan yaşamadığı her şeyi zeka ve yetenekleriyle kavrar, çözer ama bir bilgi, uygulama ancak kişi onu yaşarsa tam olarak öğrenilebilir.
Son zamanlarda şu sözleri çok duyar olduk: Gençler bizi niye anlamıyor? Halbuki sormamız gereken soru şu: Ey filanca genç! Beni anlamanı istediğim konuda sende bir yaşanmışlık var mı? Yoksa neyi anlayacak?
İnsan nefsi önce yaşar, sonra öğrenir. Yaşamadan öğrendiği şeylerin bir değeri yoktur, kuru bilgiden öteye geçmez.
Nefis hangi konuda ne yaşamışsa o konuda anlar, terbiye olur, bilgi üretebilir. Örneğin zengin bir insan bolca hakaret işitiyor, bol bol nankörlük görüyor. Bu insan yumuşak davranmanın, değerli görülmenin kıymetini çok iyi anlamıştır.
Nefis sadece yaşadıklarını anlayabilir. Anlamak kadar buyük bir nimet olamaz, Yüce Allah zehirden şifa çıkarır. Akıllı insanda yaşadığı (çektiği) ahlaksızlıktan güzel ahlak çıkarır. Peygamberlerin hayatları zorluklarla, sıkıntılarla dolu, onun için yaşadıkları çağlarda güzel, azim, iyi ahlakın timsali olmuşlardır.
Çocuklarımıza “aman bir şey olmasın” diye çırpınıyoruz ama şunu asla unutmayalım. OLUMLU OLAN HER ŞEYİN KIYMETİNİ ANLAYABİLMEK İÇİN BİLE EN AZ BIR KERE OLUMSUZUNU YAŞAMAYA İHTİYACIMIZ VAR.
Nasıl hasta olmadan sağlığımızın kıymetini anlayabiliriz? Nasıl kötü insandan eziyet görmeden iyi insanı takdir edebiliriz.
Yüce Allah’ın oku emrini pek çok yönüyle görüp okumalıyız. Kötüyü mükemmel okuyamayan asla mükemmel bir ahlaka sahip olamaz.
Hayat baştan sona bir imtihan, her imtihan bir nimet, her nimet cennete ulaştıran bir vesiledir.
Merhaba Değerli Okurlarımız,
Aşağıdakilere benzer sözleri sık sık duyarız.
” Bir daha mı geleceğim dünyaya, keyfime bakıyorum”
“ Oh be hayatın tadını doya doya çıkarıyorum”
“ Yıllarca çalıştıktan sonra emekliliğin tadını çıkarıyorum”.
“ Tatilim çok eğlenceli geçiyor, bol bol tadını çıkarıyorum”
Siz bir şeylerin tadını çıkarırken birileri de Filistin’de, Arakan’da, Afrika’da dünyanın dört bir yanında insanların canını çıkarıyor!
Sömürü düzenini kuranlar çalışmaktan insanların canını çıkarıyor!
Kimileride nefsinin azgınlığından sayısız insanın hayatını ağzından, burnundan getiriyor.
Ne yani! milletin canı çıkıyor diye biz hiç eğlenmeyecek miyiz? Dünya’da her saniyede şu kadar insan ölüyor, onlar ölüyor diye biz sürekli matem mi tutacağız?
Elbette hayır. Milletin canı çıkarken hayatın tadını çıkar ama bir damarın da daima açık olsun, insanların da çok acı çektiği hep aklında olsun!
Eğer bir taraftan sürekli acı çekenleri düşünürsem nasıl mutlu olurum, nasıl huzur bulabilirim, kahrımdan ölmez miyim?
Hayır, ölmezsin. Sen onlar ölüyor diye kahrından ölme ama duyarlılığın seni bir şeyler yapmaya itecek kadar yüksek olsun, asıl amaç bu. “Bir insan olarak başka insanlar için ne yapabilirim?” bunun derdine düş. Planla ve uygulamaya koy. Ölene kadar sürekli uygula. Bu arada da hayatını yaşamaya, tadını çıkartmaya devam edebilirsin!!!
Peygamberlerde neden sürekli bir hüzün halinin olduğunu anladığın an, ruhunda yeterince incelecektir.
Kendini sağlık çalışanları gibi düşün. Onlar da her gün yardıma muhtaç insanlarla uğraşırken, işlerini tamamlayıp evlerine gidiyorlar ve normal bir hayat yaşıyorlar. Sen de insanlık için gücünün yettiği konularda ama günde 1 saat, ama 5 saat bir şeyler yap.
Neden sürekli düşünmeliyiz, ara sıra ya da gerektiğinde yardıma muhtaçları düşünsek olmaz mı? Olmaz, çünkü nefis iyi olan konularda gaflet içinde olmaya bayılır, sana da hem olayları unutturur hem de duyarlılık dereceni aşırı düşürür, bir de bakmışsın ki kendinden başkasını düşünmüyorsun.
Zaten eş, dost, akraba ilişkilerinde de yaşadığımız sorunların sebebi bu değil mi? Aklımıza geldiğinde, lazım olduğunda, gerektiğinde aramak!
Vücudumuzda iki yer vardır; biri sadece çıkarı olduğunda ya da çıkarı bozulduğunda çalışır. O terbiye edilmemiş NEFİSTİR.
Diğeri de sürekli çalışır ve sadece sevgi, rahmet kaynağı ile çalışır. O da GÖNÜLDÜR yani duyarlılığı yüksek, insanlık damarı açık olan nefsini terbiye etmiş insanın kalbidir.
Rabbimizin baktığı, takvamızı ( duyarlılık/sorumluluk bilinci) gördüğü yer orasıdır.
“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin özünü bilmektedir” (Mülk/13)
Selam ve dua ile…
Elbette her insan biricik, her insan özel olarak yaratılmıştır. Fakat çok az insan bu durumu kendisinin ve başkalarının yararına olabilecek şekilde çalışarak değerlendirebilir.
Kendimizin veya başka birinin özel mi, sıradan mı olduğunu nasıl anlarız?
* Çalışkanlığı ÖZEL yani çok farklı ve yüksek olmayan hiçbir insan özel değildir.
* Çalışması ve düşünmesi sıradan olan her insan kesinlikle sıradandır, isterse yeryüzünün en zeki, en yetenekli insanı olsun. Çok üstün özellikleri doğal olarak zaman zaman insanı şaşırtsa da asla itibar edilmemelidir. Çünkü yeterince düşünülmeden ve çalışılmadan ortaya çıkan sadece üstün yeteneklerden kaynaklanan şaşırtıcı ve hayran bırakıcı şeyler birkaç fayda sağlasa da binlerce zarar verir. Bu zararlardan biri böyle birinin yeteneklerine güvenerek kendini geliştirmemesidir. Tıpkı cebinde bulunan hazır parayı tüketen insan gibi Yüce Allah’ın kendisine doğuştan verdiği yetenekleri kendi çıkarı için kullanır, asla geliştirmez ve başkalarının yararına da kullanmaz.
* Eğer siz bir özel insansanız, sıradan insanlar asla sizi hakkıyla anlayamayacaklardır.
* Çalışkan insanların sıradan insanlarla işbirliği çalışkana sistematik zarar verir. Çünkü insan ilişkilerinde birlikte olduğun kişilerden etkilenme her zaman söz konusudur. Sıradan insanlar özel insanların çalışma seviyesine yetişemediği için rahat ilişki kurabilmek için onu kendi seviyesine çekmeye çalışır. Böyle olması çalışkan insanı olumsuz etkileyebilir ve yavaşlatır.
* Her türlü insani beraberliklerde, evliliklerde başta olmak üzere çalışkanlık mutlaka ön şart ve en yüksek ölçülerden biri olmalıdır. Çalışkanlık hırsa dayalı bir çalışkanlık değil, ahlaka dayalı bir çalışkanlık yani başkalarını geçmeye değil kendindeki yetenekleri geliştirmeye yönelik olmalıdır.
* Çalışkanlık daima hayırlı olanı sistemli olarak düşünme ve planlama içermelidir. Çalışma önce kendini akli ve ahlaki, sonra ilmi olarak yetiştirmek demektir.
* Sıradan insanın düşünmeme, çalışmama özelliğinin dışında en büyük özelliği özel olanı aramak gibi bir derdinin olmamasıdır. Yanında hep 40 sene özel insan olsa da onun özel olduğunu anlayamaz (körün görmemesi gibi).
* Her sıradan insan sanki kendisi özelmiş gibi özellikle ilk tanıdıklarına kendini çok üstte göstermeye çalışır. Ne yazık ki pek çok insan bu tuzağa düşerek o insanın sıradanlığında boğulur. İlişki kurar, sonu hüsran olur.
* Özel insan ufuk açar, sıradan insan ise daraltır, sıkar, boğar, değersizleştirir.
* Özel insan cesaret, ümit, gayret arttırır, sıradan insan ise tam tersi etki yapar (cesaretini kırar, ümitsizliğe düşürür, tembelleştirir).
* Sıradan İnsan kendini çok değerli, önemli göstermeye çalışır, buna karşılık özel İnsan değer üretir.
* Zamanla sıradan insanın ne kadar bencil bir karakterde olduğunu anlarsın, buna karşılık özel (çalışkan) insanın zaman geçtikçe ne kadar fedakar ve saygıdeğer bir insan olduğunu anlarsın.
Öyleyse bir bakalım kendimize, özel olarak, biricik olarak yaratıldık lakin bunu ne kadar koruduk ve geliştirdik???
Sonrada yine bakalım ilişkilerimize; dostlukta, işte, eşte özel insanları seçebildik mi?
Selam ve dua ile…
Aslında insanların sevdiklerini azda olsa kıskanması normal kabul edilebilir, ancak aşırı olması terbiye edilmemiş nefsin tipik bir özelliğidir. Bazı insanlar aşırı kıskançtır. “Sevdiğim kişi sadece beni sevsin, benimle ilgilensin, benimle vakit geçirsin” der. Kıskançlıkta aşırıya giderek sevdiği insanı adeta abluka altına alıp her yerden kuşatır, kimseyle konuşmasına, görüşmesine izin vermez. Sorsan: “ne yapayım, çok seviyorum, kıskanıyorum” der. Evliyse eşini anne, babasından, kardeşlerinden, dostlarından, tüm akrabalarından kıskanır. Anne ise evladını dedesinden, ninesinden, evlendiyse eşinden kıskanır.
Aşırı kıskanç insan sevgide denge kuramamış insandır. Bu tür insanlar çocukluklarında sevgiye doymadıysa yada aşırı sevilmekten çok şımardıysa her iki durumda da sevgiye doyamamaktan, sevginin azalmasından korktuğu için aşırı kıskanç olabilirler.
Kıskanan kişi kıskandığı kişiye ne kadar zarar verdiğinin farkına bile varamaz çoğu zaman. Çünkü onun derdi karşısında ki insan değil kendisidir. Kendi isteğinin, sevgi ihtiyacının kesintisiz yerine getirilmesidir. Böyle birisi için karşıdaki insan sadece bu ihtiyacı yerine getiren bir araç hükmündedir, ne durumda olduğu önemli değildir.
Peki başkalarından kıskandığı kişiyi başkalarının yerine de sevebilir mi, sevse de yeterli olabilir mi? Asla sevemez. Çünkü bir insanda tüm sevgi çeşitleri bir arada bulunamaz. Örnek verecek olursak, her gün marul yiyen bir insan beden için gerekli tüm besin maddelerinin hepsini alabilir mi? Elbette alamaz, proteini etten, karbonhidratı ekmekten, yağı tereyağından, vitaminleri başka başka meyve ve sebzelerden almak durumundadır. İnsan ruhunun da gıdası sevgidir, ne kadar çeşitli olursa o kadar iyi beslenir.
Kıskançlıktan çıkan kavgalara maruz kalan kişi ise zamanla ”aman kavga çıkmasın” diye karşısındakinin dediğini yaptıkça ruhunu besleyen başka sevgilerden mahrum kalır, yalnızlaşır, içine kapanır. Tek çiçekle bahar gelmeyeceği gibi tek bir sevgide ruhu doyurmak için asla yeterli değildir.
Anne, baba, evlat, eş, kardeş, hala, teyze, kuzen, yeğen, dayı, amca, dede, nine, dost, arkadaş… her birinin sevgisi bambaşkadır. Birinde sevgi duygusuna merhamet duygusu eşlik eder, diğerinde saygı, birinde şefkat, diğerinde paylaşım, birinde güven, diğerinde koruma…
Sevgi can suyu gibidir. Sevdiği insanlardan uzaklaştıkça can suyunu alamayan bitki nasıl solarsa öylece solar insanda. Aşırı kıskançlık asla normal bir duygu değildir.
İnsan sevdiğini niçin kıskanır ki?
Niçin sevdiğini soldurur ki?
Niçin başkalarının sevgisinden mahrum bırakır ki?
Para bölünerek kesinlikle azalır fakat sevgi sevilen ve seven sayısı arttıkça artar. Sevmekten zarar gelmez, asıl zarar sevgisizlikten ve helal olmayan yani Yüce Allah’ın razı olmadığı sevgilerden gelir. Sevgide asla kıskançlık olmamalı, insanlar anne babalarını, kardeşlerini, çocuklarını, torunlarını, dostlarını özgürce sevebilmeli ve bu çok büyük bir anlayışla karşılanmalıdır, sevgi dengeli yaşansın yeter ki!