40,2592$% 0.13
46,7280€% 0.07
53,9463£% 0.2
4.309,12%-0,18
7.021,00%0,34
3.335,67%0,36
10.222,02%-0,03
4782277฿%1.63469
10 Eylül 2025 Çarşamba
Modern İş Dünyasında Denge Endüstriyel Psikolojik Danışmanlık
2025-2026 Öğretim Yılının Startı Verildi
MUTLU PEYGAMBERLER - MUTSUZ İNSANLAR
Tahtını Kalbinde Taşıyanlar: Aslan Burcu Kevser Banu’nun köşesinden
İtibar Suikasti: Görünmeyen Cinayet
Okullar açıldı. Sabahları servisten inen öğrencilerin kalabalığıyla, okul kantininden gelen tost kokusuyla, öğretmenin elinde ince belli çay bardağıyla… İşte yeni eğitim-öğretim yılına start verildi. Şehir resmen okul ziliyle uyandı.
Her yıl aynı manzara ama hiç eksilmeyen bir heyecan: Ortaokul öğrencisi defterinin kenarına gizlice çizim yapar, lise öğrencisi “bu yıl kesin daha çok çalışacağım” diye kendine söz verir. Öğretmenler sınıfa girer, göz ucuyla öğrencileri süzer ve içinden “hadi bakalım, maraton başlıyor” diye geçirir.
Yeni eğitim yılı dediğin aslında topluca bastığımız bir “reset” tuşudur. Çocuk için yepyeni bir başlangıç, ergen için “bu defa gerçekten sözümü tutacağım” umudu, öğretmen içinse birbirinden farklı onlarca karakteri aynı derste toplama sanatı…
Evet, start verildi. Bu start bir koşu yarışı gibi; kimisi hızlı koşacak, kimisi adım adım ilerleyecek. Ama sonunda önemli olan aynı yere, yani bilgiye, deneyime ve olgunluğa ulaşmak.
Dileğim bu yıl sınıflarda sadece formüller, paragraflar, tarih sıralamaları öğretilmesin; sabır, empati, paylaşma ve yorulsa da devam edebilme de işlensin. Çünkü okul dediğin sadece ders defteri değil, hayatın küçük provası…
Velilere de minicik bir not: Çocuğunuzun kaç net yaptığına bakmadan önce gözlerindeki ışığı, omzundaki yükü, arkadaşlarına karşı tutumunu fark edin. Eğitim sadece test kitaplarının arasında sıkışmaz; en iyi öğrenme, kendini değerli hisseden öğrencinin dünyasında yeşerir.
Sonuç olarak, 2025-2026 öğretim yılı başladı. Ziller çaldı, defterler açıldı, umutlar tazelendi. Bu yol uzun, yorucu ama sonunda hep birlikte alkışı hak eden bir yol…
(Dijital çağın çocuklarına ve onları anlamaya çalışan herkese ithafen!)
“Bir insanın gelişmesi için ona yardım etmek isteyen kişinin, önce o insanı anlaması gerekir.”
-Doğan Cüceloğlu-
Eskiden bilgi, ansiklopedide yaşardı. Tozlu ciltler, fosforlu kalemler, kenarları kıvrılmış sayfalar… Öğrenmek dedin mi, dirsek çürütmek, gözü bozmak, sabah ezanına kadar sınav kağıdı koklamak vardı. Şimdi Z Kuşağı ekran başında iki parmakla evreni döndürüyor. Alfa Kuşağı daha “a” demeden tableti kaydırmaya başlıyor.
Ve biz? Kimi zaman hâlâ “defteri neden çizgili almamış bu çocuk?” sorusundayız.
Z Kuşağı’nın öğrenme şekli, eski nesil öğretmenler için adeta bir bilim kurgu filmi. Göz göze gelmeden iletişim kuran, not defteri yerine “cloud” kullanan, bilgiye ulaşmak için kütüphane değil, Wi-Fi şifresi isteyen bir nesil. Alfa Kuşağı ise artık iyice oyunlaştırılmış bir zekânın içinde yaşıyor. Bir dersten sıkıldığında alt sekmeden YouTube açabilen bir çocuktan bahsediyoruz.
Ve bazı öğretmenler bu değişimi görünce ne yapıyor dersiniz? Hemen klasik savunmaya geçiliyor:“Çocuklar eskisi gibi değil!”
Evet, değil! Çünkü zaman da eskisi gibi değil.
Oysa bazıları hâlâ yeni bir dijital uygulamayı öğrenmek yerine ek ders çizelgesini renkli kalemle kodlamayı tercih ediyor. “Sistemi çözemem ben,” deyip, teknolojiyi öğrenciden kopya çekiyormuş gibi utangaç bir ifadeyle izliyor. Oysa belki de birkaç düğmeye basıp “Google Classroom”u kurcalasa, o çocukla arasındaki dağ bir anda yamaca dönüşecek.
Bakın, mesele öğretmenliği küçümsemek değil. Tam tersine, güncel kalamayan her öğretmen yavaş yavaş kendi etkisini küçültüyor. Çünkü otorite artık bilgiye sahip olmakla değil, bilgiyi nasıl sunduğunla ölçülüyor.
Sınıfa hâlâ “çocuklar geçen hafta neredeydik?” diye girip öğrencinin sesini değil yoklama defterini dinliyorsan, geçmişte yaşıyorsun. Yeni kuşaklar seni değil, YouTube’daki hocayı izliyor. Ve dürüst olalım: O hoca biraz daha renkli, biraz daha merak uyandırıcı.
Z Kuşağı bilgiyi tüketmiyor, süzüyor. Alfa Kuşağı ise bilgiyi oyunlaştırıyor. Onlar için öğrenmek, bir butona basmak kadar doğal. Biz hâlâ “konu bitirmeye” çalışıyoruz, onlar “bağlantı kurmaya.”
Kısacası,
Onlar parmakla öğreniyor, biz kalem tutmayı öğretiyoruz.
Onlar ekranı kaydırıyor, biz “önce kitabı oku” diyoruz.
Onlar soru sormaktan korkmuyor, biz “şimdi sırası mı?” diyoruz.
Ama tüm bunlara rağmen hâlâ geç değil. Öğretmenlik çağlar üstü bir meslek, evet. Ama her çağın dilini öğrenmek zorunda. Yoksa elinde tebeşirle boş sınıfa konuşan hüzünlü bir figürden farkı kalmaz…Dersin ortasında çöken sessizliği, artık “saygı” değil, internet bağlantı kopması sanan bir kuşağı anlamaya çalışıyoruz.
Ve belki, anlamaya başladığımız gün gerçekten öğretmeye de yeniden başlarız.
Eskiden rehberlik dediğin şey, okulun en sessiz koridorunda duran odanın kapısına çekingen çekingen yanaşmak, “Acaba hocam burada mı?” diye kafayı uzatmakla başlardı. Kapının üstünde altın harflerle “Rehberlik Servisi” yazardı ama içeride dertlerin altın değil, kara kara düşünceler ağırlanırdı çoğu zaman.
Öğrenci dediğin de rehber öğretmen dediğin de birbirine mahcup… “Hocam ben ne olacağım?” diye sorardın, cevabı sanki kahve falından bekler gibi… “Sen iyi bir çocuksun, çalışırsan doktor da olursun, mühendis de,” cümlesiyle teselli bulurduk.
Ama zaman değişti. Çocuklar değişti. Dünya değişti. Şimdi yeni nesil rehberlik var. Hatta adı havalı mı havalı: Öğrenci Koçluğu.
Eskiden sadece meslek seçimi vardı, şimdi duygu seçimi de var. “Ben neden mutsuzum?” diye soran çocukla, “Hangi alanda başarılıyım?” diye soranı ayıran bir sistem var. Ve bence çok da iyi oldu. Çünkü yirmi yıl öncesinin ezber defterine yazılmış cümlelerle, bugünün çocuklarına yol haritası çizilmiyor artık.
Yeni nesil koçluk dediğin şey, çocuğun kafasında sorular kadar hayaller de olduğunu kabul ediyor. Eskisi gibi “sen şu puanı alırsan şu bölüme gidersin” denklemi yok. O yüzden öğrenci koçluğu biraz matematik, biraz psikoloji, biraz kalp işi.
Bir de mesleki rehberliğin önemi var ki anlat anlat bitmez. İş sadece sınav kazanmak değil, hayatını kurmak. Meslek dediğin ekmek kapısı kadar kimlik meselesi. Çocuk o kapıdan girince, “Ben kimim?” sorusunun cevabını da arıyor. İşte öğrenci koçluğu bu yüzden gerekli: Ne istediğini bilen, ne yapabileceğini gören, kendini tanıyan gençler yetiştirmek için.
Ha, bu kadar teknoloji, bu kadar bilgi içinde insan hâlâ kendini kaybedebiliyor. Bazen anne babalar da kayboluyor, öğretmenler de… İşte o zaman bir koç, bir rehber, bir dost eli tutuyor insanın yakasından:
“Dur bakalım! Sen nereye koşuyorsun? Önce bir nefes al. Sonra birlikte karar verelim.”
Yeni nesil rehberlik biraz eski mahalle sıcaklığıyla yeni dünyanın haritasını bir araya getiriyor. Bazen bir kahkaha, bazen bir gözyaşı, ama en çok da samimiyet taşıyor cebinde.
Bir varmış bir yokmuş değil, hep var olacakmış bir meslek gibi duruyor. İyi ki de öyle!
Esra KARABUDAK
Üniversite sınavı bitti. Kalem bırakıldı, omuzdaki yük biraz hafifledi, gözlerde yorgunlukla karışık bir “şimdi ne olacak” ifadesi… İşte tam da burası, hikâyenin asıl başladığı yer.
Sınavı bir dağın zirvesi gibi düşünüyorsan, iniş rotasını çizerken pusulan olacak şey: tercih süreci.
Ama bu öyle gelişigüzel yürünecek bir patika değil. “Herkes şurayı yazıyor, ben de yazayım” demekle olmuyor. Çünkü herkes aynı değil. Kiminin ayağında tırmanış botu var, kiminin ayağında terlik. Aynı yoldan geçmek, herkesi aynı yere götürmez.
Bu yüzden önce şunu bil: Sınav sonuç belgesi bir son değil, bir rehber niteliğinde.
Ama yönü tayin edecek olan sensin. O belge, senin kim olduğunu değil, şu anki akademik durumunu söylüyor. Senin neleri seveceğini, hangi alanlarda parlayacağını ya da hangi meslekte mutlu olacağını söylemez. O işin ucu, “kendini tanımaya” dayanır.
Bazı öğrenciler daha sonuçlar açıklanmadan “Ben zaten şu bölümü istiyorum” diyor, bazıları ise hâlâ “Ben ne yapacağım?” diyor. Her ikisi de normal. Çünkü sınav herkesin aynı anda başladığı ama farklı hızlarda yürüdüğü bir yolculuktu. Şimdi de tercihler aynı mantıkla ilerleyecek. Herkesin yolu kendine.
Tercih süreci, sadece puanına göre yaz-boz yapmak değil; bir anlamda gelecekteki seni seçmek demek.
Hangi şehirde yaşamak istiyorsun? Sessiz bir Anadolu kampüsü mü, yoksa kalabalık bir metropol mü?
Hangi bölümler seni heyecanlandırıyor? Okurken bir gözünü saate mi dikeceksin yoksa merakla not mu alacaksın?
Staj imkânı, iş alanı, çift anadal, yurt dışı fırsatları, akademik kadro… Bunlar, sadece katalog süsü değil; kararına yön verecek ipuçları.
Bir de işin şu tarafı var: “Ya yanlış tercih yaparsam?”
Bak, bu çok insani bir kaygı. Ama unutma, hiçbir tercih sonsuza dek mühürlenmiş bir kader değil.
Üniversite hayatı dediğimiz şey, bir dönemeçler bütünüdür. Yatay geçişi var, dikeyi var, bölümü değiştireni var… İsteyerek ya da istemeyerek rota değiştiren çok olur. Ama ilk adımı sağlam atarsan, düşsen bile nasıl kalkacağını bilirsin.
Bazı tercih listeleri puana göre hazırlanır, bazıları cesarete göre. Kimisi “kazanabileceğim en iyi yeri” yazar, kimisi “okumak istediğim en güzel bölümü.” Her biri kendi içinde anlamlı. Önemli olan, kimin tercih listesiyle yaşamak istediğindir.
Bir de aile baskısı, komşu tavsiyesi, öğretmen etkisi… Hepsini dinleyebilirsin ama son sözü sen söylemelisin. Çünkü diplomanı alırken yalnız olacaksın, sabah 8.30 dersine sen gideceksin, mezun olup iş ararken o tercih listesiyle sen baş başa kalacaksın.
Velhasıl, sınav bitti diye rehavete kapılma. Bu süreç, aklı ve kalbi birlikte çalıştırma sürecidir.
Tatili biraz erteleriz, denizi bir hafta geç görürüz ama hayatını belirleyecek tercihler için birkaç gün kafa yormak, en akıllıca yatırım olur.
Son söz niyetine:
Kazananlar sadece yüksek puan alanlar değil, ne istediğini bilenlerdir.
Herkese yolu açık, gönlü ferah bir tercih dönemi diliyorum.
Üniversite sınavı geldi çattı! Evlerde hummalı bir sessizlik… pardon, gerginlik hâkim! Öğrenci çalışma odasında kendi kaderini yazmakla meşgul, veli ise mutfakta “çay mı kaynasa, umutlar mı?” ikileminde.
Sevgili Veliler,
Bu kritik günlerde çocuğunuzun yanında olmanız harika. Ama “yanında olmak” ile “başında durmak” arasındaki farkı kaçırmayalım. Sınava az kala yapılan her “kaç net yapıyorsun?”, “bir deneme daha çözsene” ya da “komşunun çocuğu bilmem kaç net yapmış” cümlesi, motivasyon değil, tam anlamıyla “duvar örme harcı”dır.
Kıssadan Hisse Zamanı:
Bir köyde, oğlu sınava hazırlanan bir baba varmış. Baba her sabah, oğluna “Bugün kaç test çözdün?” diye sormadan sofraya oturmazmış. Bir gün oğlu, “Baba, bugün 200 soru çözdüm ama tek birini bile anlamadım” deyince baba durmuş, sonra demiş ki:
— Oğlum, soru sayısı değil, huzur çözdürür!
Ne Yapmalı?
– Onlara güvenin. Bunu açıkça belli edin. “Sen elinden geleni yaptın, gerisi nasip” demek, sırtlarına süper kahraman pelerini takmak gibidir.
– Sınav sabahı, “karnın aç mı?” yerine “kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorun. Emin olun, simit-peynir sabit, ama moral değişkendir.
– Evdeki hava; “sınav savaştır, biz de komutanız” değil, “senin yanındayız” havası olsun. Bazen sadece birlikte susmak bile destek olmaktır.
Ne Yapmamalı?
– Yan komşunun çocuğunu örnek vermeyin. O çocuk zaten çizgi film karakteri gibi; her denemede full yapıyor olabilir ama sizin çocuğunuz da “gerçek” bir karakter.
– “Bak eğer kazanamazsan…” ile başlayan cümleleri çöpe atın. Onlar zaten bu ihtimali 114 kez düşündüler. Siz 115. olmayın.
– Sınavdan sonra sonucu değil çabayı konuşun. Kimin ne dediği değil, sizin ne kadar inandığınız önemli.
Son söz:
Çocuğunuzun sınavı kazanıp kazanmaması değil, bu süreçte size güvenip güvenememesi asıl başarıdır. Siz yeter ki telaşsız bir liman olun. Fırtına varsa bile çocuk hangi kıyıya yanaşacağını bilir.
Sınav var ama panik yok! Çünkü siz varsınız!