38,8667$% 0.3
43,5006€% -0.06
51,8208£% -0.09
4.057,50%0,60
6.708,00%0,68
3.245,27%0,17
9.541,30%-1,65
4021858฿%0.23761
Adalet, bir toplumun en sağlam temellerinden biridir. Ancak bu temel ne zaman çatırdasa, onun üzerinde yükselen tüm değerler de sarsılır. Haksızlığa uğrayan bir insanın yaşadığı sarsıntı yalnızca bireysel değildir; bu acı zamanla topluma yayılan bir güvensizlik dalgasına dönüşebilir. Ne zaman ki bir birey, “Ben haklıyım ama hakkımı alamıyorum,” derse; işte o zaman adaletin terazisi dengesini kaybetmiş demektir.
Ancak her şey burada bitmez. Haksızlığa uğrayan kişinin, tüm umutsuzluğa rağmen adalete sarılması, aslında en büyük direniştir. Çünkü adalete olan inanç, sadece bir dava kazanmak değil, toplumu yeniden inşa etmektir. Sayıları arttıkça bu kişiler, yalnızca kendileri için değil, geleceğin adil düzeni için de mücadele ederler. Böyle bireyler sayesinde, yargı kurumları daha duyarlı hale gelir, toplumda vicdan sesi yükselir, sessiz kalanlar bile cesaret bulur.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, adaleti yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda bir medeniyet ölçüsü olarak görmüştür. Onun “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz.” sözü, devletin temelinde adaletin ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koyar. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken hedeflediği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak, adil bir düzen kurulmadan mümkün değildir.
Bugün, adaleti yalnızca mahkeme salonlarında değil, gündelik hayatımızda da aramalıyız. Okulda, iş yerinde, sokakta… Haksızlığa uğrayan her birey, eğer adaleti aramaktan vazgeçerse, sadece kendi hakkından değil, toplumun geleceğinden de vazgeçmiş olur.
Sonuçta, adalet bir kişiyle başlar ama bir toplumla büyür. Adaletin gerçek anlamda sağlandığı bir ülkede insanlar özgürce düşünür, korkmadan konuşur ve güvenle yaşar. İşte bu yüzden, adaletin peşinden yılmadan giden her birey, bir halkın vicdanı olur.
Manisiz Ömür Merkezi Öğrencilerinin Yapıtları BAKSM’de Sergileniyor